Churchill, akıl hastanesini dolaşırken birinin kendisiyle hiç ilgilenmediğini görmüş:

“Ben kimim biliyor musun? Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun başbakanıyım!”

Hasta gülmüş:

“Dikkat et, ben de böyle diyordum, alıp buraya getirdiler.”

***

Günümüz insanı “Ne oldum delisi…”

Geldiği noktayı ve gideceği yeri hesaplamadan, günün refah ve rehavetini, kibir ile süsleyerek yaşamayı adet edinmişler. Varlığın aslında kişiyi adam etmediğini, ona sorumluluk da yüklediğini unutur olmuşlar.

Varlık ve güç sahipliği, etrafını yükselttikçe takdir görür. Kendi büyürken, çevresini yok etmek ancak ahmaklıktır. Gün gelir etraf diye bir şey kalmaz. Ortada görünen ise sadece yalnızlık çukuru olur. O da sizin oturduğunuz yükseltiden düşmenizi beklemektedir.

Türkiye’de ne yazık ki günümüz manzarası bu…

Yapılan araştırmalardaki istatistikler korkutucu boyutlarda zenginleşenler olduğunu, toplumun kalanının ise bu tabloya giderek öfkelendiğini ve sosyal patlamaların yakınlaştığını gösteriyor.

Peki güç ve iktidar sahipleri o gün geldiğinde kendilerini paranın koruyabileceğini mi sanıyor? Eğer öyle ise aldanıyorlar. Mutlaka bu konuda çözümler üretmeli ve sosyal barışı tesis etmeliyiz. Bunun yolu da hakça paylaşımdan geçiyor. Fakat sömürü düzeninin dayatmaları arasında bu konu asla ve asla yer bulamıyor.

Dünya çapında zenginlere sahip bir ülke haline geldik.

Eğer toplum içindeki dengeler orantılı olsa bizler de bu durumu, “ülkemiz zenginleşti. O kadar büyüdük ki dünya çapında servete sahip insanlarımız var” diye özetlerdik. Halbuki durum tersine işliyor. Ülkenin kaynakları tükeniyor. Dövize bağlı fiyatlar giderek hayatı yaşanmaz hale getiriyor. Eğer bir kumpas var ise bu yönetenleri değil halkı cendereye almış. Sıkıyor da sıkıyor…

Peki ne yaparız da kurtuluruz bu durumdan diye kafa patlatan birileri? Tabii ki var ama önerileri asla dinlenmiyor. Dinlenilseler kabul görmüyor. Olan zamana, kaybedilen kaynaklara ve ne yazık ki dar gelirli vatandaşa oluyor.

Ülke batmadan, şehirler yaşanamaz hale gelmeden bu durum çözülmeli, vatan toprakları huzuru ve refahı görmelidir. Çözüm bulmaya niyeti olmayanların yarattığı kaos ortamında açıkçası geleceğimiz çok da iyi görmüyorum.

***

Yazıya öğretici bir fıkra ile başladık.

Öyle de nihayet verelim.

Sultan Abdülmecid bir gün, Boğaziçi’nde büyük bir bağın tam ortasındaki köşkünde oturan bir Bektaşi babasını ziyarete gitmiş.

Bektaşi de aynı gün komşu diğer bağdaki bir arkadaşını ziyarete gitmiş.

O dönünceye kadar padişah bağın her tarafını dolaşmış.

Bektaşi dönünce karşılıklı konuşmaya başlamışlar.

“Erenler bağın maşallah çok büyük. Üzümünü ne yapıyorsun?”

“Müritlerle ve canlarla birlikte yeriz sultanım.”

“Buradaki üzüm yemekle biter mi?”

“Yemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu içeriz sultanım”

“Peki ama, o sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?”

“Vallahi Sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Allah ne isterse o olur. Üst tarafına karışmak haddimize mi?”

Biz de anlattık. Olacakları kendi dilimizle aktardık. Yapan yapar. Yapmazsa kendi bilir. Üst tarafı bizim haddimize değil…

Kalın sağlıcakla…