Geçen haftaki “laiklik nedir ve neyin ürünüydü” başlıklı yazımda, laikliğin batı dünyasındaki oluşumunu ve evrimini konu almıştık. Bu haftaki yazımda laiklik ilkesinin Türkiye’deki oluşumunu ve evrimini masaya yatıracağız.

Ülkemizde 1923 Cumhuriyet devriminin ürünü oldu laiklik ilkesi. Adım adım inşa edildi bu süreç. 1924 yılında halifeliğin ilgası, aynı yıl Tevhid-i Tedrisad Kanunu ile eğitim öğretimin birleştirilmesi, 1926’da Medeni Kanun’un ilanı ve 1928’de Latin alfabesinin kabulü bu sürecin taşlarını döşedi. Ve 1928’de “Devletin dini İslam’dır” hükmü çıkartıldı anayasadan. 1937’de de laiklik ilkesi anayasaya girdi. Böylece anayasal olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik nitelik kazandı. Önemli ve dev adımlardı tüm bunlar.

Cumhuriyet devrimi ile birlikte din ve devlet işlerinin ayrılması süreci başladı. Siyasal yaşamdan uzaklaştırılan din toplumsal yaşamda varlığını koruyordu ama. Çünkü bunun ekonomik ve sınıfsal dayanakları vardı. Öte yandan ise toplumsal yaşamda da dinsellik kurumu zayıflatılıyordu bir yanıyla. Dini salt bireyin vicdanına hapsetmeye dönük adımlar yok değildi. Ve önemliydi bunlar. 1925’de tarikatların kapatılması bu anlamda önemli bir adımdı. Eğitim alanında bilimsel ve laik eğitimin inşası; bu bağlamda 1935-1949 arası okullarda din dersinin bulunmaması, evrim kuramının ders kitaplarında yaşamın mekanizması olarak okutulması değerli uygulamalardı. Ne var ki, kapitalizmin gelişimiyle birlikte zenginleşen bir sınıfın ortaya çıkması, bunun karşısında da yoksul bir kesimin oluşmasını zorunlu kılıyordu. Aynı zamanda, özellikle köylerde toprak ağalarının varlığı, bu kesimlerin hem ekonomik hem de siyasal olarak nüfuz sahibi olmaları gerçeği tüm çıplaklığıyla duruyordu karşımızda. Mevcut eşitsizlikler derinleşiyordu giderek. Tüm bunlar dinin toplumsal yaşamdaki etkisinin artarak devam etmesine yol açıyordu. Böylece laiklik ilkesinin altının oyulmasının zemini korunmuş oluyordu. Dinsel gericiliğin tekrar boy atmasına elverişli koşullar kökten tasfiye edilememişti ne yazık ki. Velhasıl bu olgular laikliğin kök salmasını engellemişti. Kökü kazılan değil, budanan bir gericilik vardı ortada. Tekrar filizlenip boy atmayı bekleyen! Sinsice…

1940’lı yılların ortalarına gelindiğinde palazlanmış ve egemen burjuva sınıfı ile toprak sahipleri kesimi vardı artık karşımızda. Ve bu egemen sınıflar emperyalizmle de daha sıkı bütünleşmeyi arzuluyorlardı. Öte yandan saltanatlarının devamı için laiklik ilkesinin budanmaya başlanması ihtiyaçtı. Emperyalizmle bütünleşme arayışları ve komünizme karşı mücadele ihtiyaçları dinsel gericiliğin önünün açılmasını gerektiriyordu egemen kesimler için. Üstelik dünya çapında bir eğilimdi bu. Türkiye burjuvazisi de bu kervanın dışında kalamazdı tabii ki! Din derslerinin tekrar müfredata sokulması, imam hatiplerin açılması, Köy enstitülerinin kapatılması bu süreci başlatan uygulamalardı. Özellikle eğitim alanında yoğunlaşmıştı gerici uygulamalar. Tüm bunların devamı da gelecekti tabii ki! NATO’ya girilmesi, Dünya Bankasına üye olunması, komünizmle mücadele derneklerinin kurulması hepsi aynı amacın parçalarıydı. Emperyalizme bağımlılık ile dinci gericiliğin yükselişi eşlik ediyorlardı birbirlerine. Sola ve komünizme karşı panzehir olarak niteleniyordu dinsel gericilik. Böylece tarikatlar, Kuran kursları, imam hatipler boy atmaya başladı toplumda. Laikliğin budanması süreci yoğunlaşıyordu yani. 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleri de bu süreci hızlandırdı. Özetle şöyle denebilir: Laikliğin içinin boşaltılması komünizme karşı mücadelenin ürünü olmuştur.

12 Eylül 1980 faşist darbesi, birçok değer bakımından olduğu gibi laiklik için de dönüm noktası oldu tarihte. Darbenin Amerikancı, emek düşmanı karakteri doğal olarak laiklik karşıtlığını da beraberinde getiriyordu. Neoliberal politikalar laiklik ile uyuşamazdı zaten. Sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesi yaratma arzusu ile toplumsal muhalefetin tasfiyesi ihtiyacı, laikliğin tehdit altında olması demekti. Dinsel gericilik dizginlerinden boşanıyordu böylece. Bir zamanlar toplumsal ve siyasal yaşamın dışına çıkartılmaya çalışılan din, toplumu birleştiren çimento olarak görülüyordu artık! Zorunlu din derslerinin gündeme gelmesi de bunun ürünüydü. Böylece 12 Eylül, laikliğin hayli hırpalanmasına yol açmıştı.
AKP iktidarı yıllarına gelindiğinde yaralı bir laiklik vardı artık karşımızda. Her şeye karşın gene de nefes almaya devam ediyordu laiklik ilkesi. AKP iktidarı döneminde ise, yaralı olan laiklik ilkesine öldüresiye saldırıldı. Ve ne yazık ki “öldü” laiklik ilkesi. (Haftaya da bu süreci kaleme alacağım)