Tarihte feodal ayrıcalıklara, başka deyişle yasalar karşısındaki eşitsizliklere karşı mücadeleyle burjuva demokrasileri gündeme geliyor. İleri bir adım bu. Yasalar önünde eşitlik “sağlanıyor,” lakin iktisadi eşitsizlik dikiliyor insanlığın önüne bu kez. Ve bu ekonomik eşitsizlik yasal eşitsizliği doğuruyor. Seçme hakkı, yüksek vergi veren bir avuç zengin mülk sahibinin hakkı çünkü. Mülk sahibi olmayanlar yoksun, oy hakkından. Mülk sahiplerinin aktif vatandaş, mülksüzlerin ise pasif vatandaş olarak tanımlandığı bir sistem bu! Açıkçası, ekonomik durumlarına göre ayrıma maruz kalıyor vatandaşlar. Ve sonra pasif vatandaşlar, yani işçi sınıfı, dişe diş mücadelesiyle söküp alıyor genel oy hakkını, burjuva sınıfından. Böylece işçi sınıfı burjuvazi karşısında verdiği mücadele sonucunda vatandaş oluyor. Mülksüz ve sömürülen vatandaşlar tabii!

Demokrasi sınıfsaldır. Tıpkı devlet ve hukuk gibi. Burjuva demokrasisi, burjuva diktatörlüğüdür aynı zamanda. Başka deyişle, mülk sahipleri, patron sınıfı için demokrasi; mülksüzler, işçi sınıfı için diktatörlüktür bu. Buna karşılık, işçi sınıfının demokrasisi başkadır. Sosyalist demokrasidir o. İktidarda olan işçi sınıfı için demokrasi; iktidardan indirilmiş, mülksüzleştirilmiş burjuvazi için ise diktatörlüktür. 

Sömürenler ile sömürülenler için ortak demokrasi olur mu hiç? Sömüren ile sömürülenin eşitliğinden dem vurulabilir mi? Velhasıl, bir avuç zengin ile yoksul çoğunluğu “demokrasi mücadelesi” adı altında aynı gemiye nasıl bindirebilirsiniz?

Kapitalizmin ekonomik krizi derinleşmeye başladığında, sermaye sınıfını temsil eden siyasi iktidar giderek otoriterleşir. Baskıyı ve hukuksuzlukları artırır. Burjuva demokrasisinin sınırlarını daraltır yani.  Her yerde ve işin doğası gereği böyledir bu. Nitekim AKP iktidarı da alabildiğine daraltmıştır burjuva demokrasisinin alanını. En temel anayasal hakları bile yok sayar durumdadır. İşte bu koşullarda, AKP karşıtı olduğunu iddia eden her parti demokrasi mücadelesi verdiğini ifade etmektedir.  

Bahsedilen demokrasi mücadelesi, burjuva demokrasisi içindir kuşkusuz. Ancak bu gerçek saklanmakta, açıkça dillendirilmemektedir.  Demokrasi mücadelesi çok gerçeğin üstünü örttüğü gibi, yoksul halkımızın sorunlarına çare bulmaktan da uzaktır. Kapitalist sömürü düzenini değiştirmeyi hedeflemeyen hiçbir mücadelenin gerçek demokrasiyle alakası olamaz. Kapitalizmde demokrasi, yani halk iktidarı mümkün değildir çünkü.

Bugünlerde en sık duyduğumuz husus, AKP karşısında en geniş çevrelerin demokratik cephesini oluşturmak gerektiğidir. Peki, hangi ilkeler temelinde olacaktır bu? Yanıt yok. Daha doğrusu, AKP karşıtlığı yeterlidir, deniyor. İlkeye, programa gerek yok. 

Önce şunu vurgulayalım: Siyasal İslamcılardan, burjuva demokrasisi bağlamında bile olsa demokrasi mücadelesi çıkmaz. Demokrasi araçtır onlar için. Örnek mi? AKP! Peki; Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Deva Partisi Siyasal İslamcı değiller mi?

Emperyalizm karşıtlığını ve laiklik savunusunu içermeyen bir mücadelenin halk iktidarını kurabilmesi mümkün müdür? Açıkçası, “demokrasi mücadelesi” denilen şey, emperyalizm ve gericilik sorunlarının üstünü örten ya da onları önemsizleştiren bir işlev üstlenmektedir. Zaten, emperyalist merkezlerden demokrasi bekleyenler oluşturmamakta mıdır bu demokrasi cephesinin önemli bölümünü?   

Öte yandan, nasıl bir demokrasi mücadelesidir ki bu, anayasanın en temel haklarından olan toplantı ve gösteri özgürlüğünü kullanmaktan vazgeçiyor birileri! Sokaktaki barışçıl gösterileri bile AKP’nin ekmeğine yağ sürmek, provakasyona gelmek olarak değerlendiriyor. Oysa insanlık bugüne değin elde ettiği hakların önemli kısmını barışçıl gösteriler sonucu elde etmiştir. AKP’nin istediği gibi, demokrasiyi salt seçim sandığına mı hapsetmek istiyorsunuz yani! Buradan demokrasi değil, boyun eğmiş bir halk çıkar.

Demokrasi cephesinin önemli kısmı da, demokrasiyi, ülkeye yabancı yatırımların gelmesi yani emperyalist sermayenin ülkemize daha fazla ilgi göstermesi için talep ediyorlar.  Halkın daha fazla sömürülmesi, ülkenin daha çok kaynağının yağmalanması için demokrasi yani! Demokrasiden anladıkları budur.

Hep söylüyoruz, bu düzen içinde demokrasi yani halk yönetimi olamaz. Servet eşitsizliğinin olduğu, dev şirketlerin borusunun öttüğü, piyasa diktatörlüğünün hüküm sürdüğü yerde demokrasi olur mu? Dalga mı geçiyorsunuz! “Demokrasi mücadelesi veriyoruz” diyenlerin büyük tekeller, dev şirketler karşısında ses yükselttiklerini duydunuz mu hiç? Veya yükseltenler ile yükseltmeyenler birlikte nasıl demokrasi mücadelesi verecekler? Olur mu öyle şey!

Bizim “demokrasi mücadelesi”ne değil, sömürü düzenini değiştirmeye ihtiyacımız var acilen. AKP karşısında en geniş demokrasi cephesini değil; kapitalizm karşısında emeğin ve emekçilerin cephesini kurmalıyız biz. Unutmayalım, gerçek demokrasi de;  sömürünün olmadığı, işsizliğin bulunmadığı, temel hizmetlerin parasız olduğu başka bir düzendedir zaten.  

Şunu sormayı hiçbir zaman unutmayalım: Hangi sınıfın demokrasisi?