Üç günlük dünyada kendi namının derdine düşenler, dönüp baktıklarında geride hiçbir kazanım bulamıyorlar. Üreten değil tüketen olduklarından, hep “ben” diye şişinmekten, çevrelerinde olup biteni göremiyorlar.<br /> <br /> Halbuki dünya hayatı o kadar kısa, o kadar deli dolu ki vakit gelip göçerken arkada bir hoş seda bırakamayacak olmaktan daha acı bir şey de yoktur.<br /> <br /> Günü güne ekleyerek, hayatı erteleyerek geçirdiğimiz onca günün sonunda elinizde sadece hiç kaldı ise bu sizin suçunuzdur. Yok eğer beklentiniz olmadan dostluk etti iseniz, o zaman kazanansınız demektir.<br /> <br /> Hırsınıza yenilmeyin. Sizi siz yapan değerin mal mülk değil, dost olduğunu bilin…<br /> <br /> ***<br /> <br /> Genç adam, antika merakı sebebiyle ülkenin en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği antika malları yok pahasına satın alarak kazanç elde ediyordu.<br /> <br /> Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:<br /> <br /> – Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım, dedi. Meğer seni bulmak için iyileşmişim.<br /> <br /> Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerin de, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran üç-dört sandalye, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:<br /> <br /> – Bugün soba yakamadım evladım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.<br /> <br /> Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp edip o sandalyeleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı sandalyeleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı? Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah kalktığını fark etmiş, hatta hayal meyal bile olsa odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı:<br /> <br /> Aman Allahım..!<br /> <br /> Antikalardan hiçbiri ortada yoktu. İhtiyar kurt, herhalde planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı. Sakin görünmeye çalışarak:<br /> <br /> – İliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki sandalyeleri göremiyorum.<br /> <br /> Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı sandalye parçalarından birini daha sobaya atarken:<br /> <br /> – Sandalye dediğin, dünya malı be evladım, dedi. Biz hiç misafirimizi üşütür müyüz?<br /> <br /> ***<br /> <br /> <strong>Hayat dediğin nedir ki dost, bir göz açıp kapamada geçer.</strong><br /> <br /> <strong>Mal mülk dediğin nedir ki dost, bir tırnağa mı değer?</strong><br /> <br /> <strong>Siz siz olun, kendinizi çok büyük görmeyin. Olmadığınızı anladığınızda etrafınızda ne dost kalır ne bir güzel yürek…</strong><br /> <br /> <strong>Kalın sağlıcakla…</strong>