Bizde özgüven patlaması yaşayanlar, çevrelerinde alternatif görmeyi sevmez. Hatta nefret ederler. Bu iş dünyasında da siyasette de yaşamın diğer alanlarında da hep böyle süregelen bir hastalıktır.

Halbuki özgüven kişinin kendine olan güvenidir. Kendisine sürekli alan açma becerisidir. Üstelik bunu yaparken etrafında güç oluşturur. Merkezde kendisi olsa da o gücünün etrafında yeni güç kümelerinin oluşmasını teşvik eder.

İktidar dediğin şey de aslında budur.

İktidar sahipleri ne zaman güçlerini yitirmeye başlarsa, o zaman çevresinde kırılmalar ve kopuşlar da başlar. Memleketimizde daha 5 sene öncesinde asla dokunulamaz denilen kişiler ve yapılar sadece birkaç günde alınan kararlar ile yok edilince, bizler “vay be” demiştik. Bir gücün karşısına geçen daha zayıf bir gücün nasılda ezildiğini, sindirildiğini gördük ve ibret aldık!

Öyle ki o andan itibaren yumuşak güç, tek güç haline gelince ortak tanım “diktatörleşiyor” oldu. Aslında ortada diktatörleşme falan yok. Olsa ne muhalefet gerçekten muhalefet yapabilir ne insanlar doğru dürüst kendini ifade edebilir.

Peki ne var da biz yanlış da olsa bu sıfatı kullanır olduk?

İşin aslı güç sahibi özgüvenini yitirdi. Bunun anlaşılmaması adına otoritesini arttırdı.

Düne kadar koltuğa güç verirken, şimdi koltuktan güç almaya başladı.

Şimdi ufukta yaşanması muhtemel bir seçim kaybı da belirince özgüven erimesi artacak, ancak seçimler sebebi ile otoriterleşme eğilimi artmayacağından sık sık açık verilecektir.

Bunlar ile birlikte gücün zayıflaması hızlanacaktır.

Ülkemizde yaşanan sürecin özeti kısaca budur.

Lakin bunlar olurken yani iktidardaki güç zehirlenmesi, güç erimesine yani kaybına dönüşürken muhalefet ne yapacak? Nasıl becerecek de bu seçimden galip çıkacak.

Ortada öyle bir manzara var ki adeta bir dev ile onun yarısı bile olmayan 4-5 varlık kavga eder haldeler. Bu kavgadan devin galip ayrılmaması mümkün görülmezken, biri bacağına, diğeri koluna yapıştı. Hareket edememesini sağlarken bir diğeri de üzerine çullanma hesabında. Hesap tutarda dev yıkılırsa sonrası da planlanmamış görünüyor.

Yani muhalefet erki toplaşıp da AK Parti sonrasında ülkeyi nasıl idare edeceğiz diye konuşamıyor bile.

Bu durumun halk tarafından fark edilmediğini sananlar çok yanıldıklarını ilerleyen haftalarda anlayacaklar. Vatandaşa “en iyi biz yönetiriz” demek yerine “en kötü düzen düzensizlikten iyidir” diyen bir iktidar ile karşılaşırsanız şaşırmayınız.

Güreşe doymayan siyaset ahalisine duyurulur.

Cumhurbaşkanı meydanlarda “köprü yaptım, yol yaptım, kanal yapıyorum, hastaneler yapıyorum” derken ona “iyi de sen ne varsa sattın” demek siyaset ise bu işin sonu iyi değil demektir.

Siyaset bir an önce projeler üretmeli, halkın beklentilerini karşılayacak fikirleri meydanlara sunmalıdır. “İktidar zaten ülkeyi yönetiyor. Vaatleri ona göre olur, biz muhalefetteyiz bizden bir şey beklemezler” diyenlerin vay haline…

Bakınız geçen gün Sayın Meral Akşener, dar gelirlinin 8,5 milyarı bulan kredi kartı ve kredi borçlarını devlet olarak satın alacaklarını, bunlardan durumu iyi olmayan, emekli, dul ve yetimler, şehit ve gazi aileleri ile engelliler gibi dezavantajlı kesimlerin borçlarını affedeceğini, kalanı da 10 yıla kadar faizsiz taksitlendireceklerini açıkladı.

Kimse fark etmedi ama çarşıda pazarda bu konuşuluyor. Vatandaş bu vaadin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği üzerine kafa yoruyor, tartışıyor.

Olur da ikna olurlar ise ibre Meral Hanıma döner…

Benden söylemesi.

Kalın sağlıcakla…