İnsanı tanımlamakla başlamak istiyorum sözlerime. TDK ( Türk Dil Kurumu ) nun hazırladığı sözlükte insan şöyle tanımlanmış. Memeliler den, iki eli olan, iki ayak üzerin de dolaşan, sözle anlaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı. Diğer tanım şu şekilde yapılmış. Huy ve ahlak yönünden üstün nitelikli. Daha geniş anlamda insanı, “ hisseden, düşünen, dünya üzerinde özgürce dolaşan, hükmettiği bütün diğer hayvanların başında görünen, toplum içinde yaşayan, sanatı ve bilimi icat eden, kendine özgü iyilik ve kötülüğü olan, kendine efendiler oluşturan ve kanunlar yapan, vs. varlık diye tanımlamış felsefeciler.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, güçlü zekâsı, üstün düşünme yeteneği, sınırsız öğrenme gücü, içgüdüsel davranışlarının azalmış olması ve konuşma yeteneğidir. İnsanın mükemmellikleri anlayabilmesi ve hayata geçirmesi için, öncelikle kendini tanıması, bilmesi, öğrenmesi ve gerçek kimliğini bulması gerekmektedir. Şöyle çevreme bakıyorum da henüz kendini tanımayan, tanımak istemeyen, insan gerçeğine sırtını dönmüş, bilerek ya da bilmeyerek insandan, insanlıktan uzaklaşırken maddeye her gün biraz daha sıkı tutunan, makineleşen, mekanik ilgilerle, mekanik gülümsemelerle gerçekleri saptıran, yiyip için, soluyup giden insanlar olduğunu görüyorum. Ama yalnızca yiyip içen, soluyup giden, erdeme değil, bilgiye-bilgeliğe değil, kocaman bir hiçe, hiçliğe giden, gözü kapalı koşturan, başı dönmüş, öz değerlerimizden kendini sıyırmış, ahlaksızlığını son sürat arttıran, saygı ve sevginin bittiği, bitirildiği insanlar topluluğu görüyorum. Ve anlamıyorum. Bu insanların, birilerini anlamalarını da beklemiyorum. Karşılıklı anlamsızlıklar içinde bir karmaşa, bir bunalım bu. Kalıcı olmasından korkuyorum. Kendi dar, daracık çevrelerinde yolunu göremeyecek kadar miyop gözler… Bomboş yürekler, iradeleri nefislerine yenik düşmüş bunalımlı insanlar… Sadece aynalarda var olan, kendilerini orada arayanlar ve bulduklarını sanan insanlar…
Yanlışlıklar içinde, akıntıya kürek çektiklerini, et, kan, kemikten başka sahip olduğumuz değerlerimizi ortaya çıkarmak için, insanı insan yapan, iradeyle nefsimizi terbiye edebilmeyi öğrete bilmek, öğrenebilmek için geç kalınmadığını göstermek…
Gereksiz, katı zorluklara, gelip geçici zevklere, heveslere, nefse esir yaşamayı özgürlük kabul edip, reddedilenlerin gerçekleri değiştirmeyeceğini bilmiyor bu insanlar. Acıma duygusunu kaybetmiş, vicdandan yoksun, bencil, çıkarcı, ikiyüzlü, nefretle dolu, öfkeli riyakâr bir varlığa insan demek ne kadar doğrudur? Fikirsizliğin, hiçlik, boşluk olduğunu ve bundan kurtulmanın tek yolunun yüksek hedeflere yol almak olduğunu bilmiyor bu insanlar.
Günden güne kaybettiğimiz en büyük değerimizdir insanlık… Her geçen gün bizden dirhem dirhem uzaklaşan bu en büyük yaşam değerimizi geri kazanabilmek için hiçbir şey yapılmadığını görmek ayrı bir yara açıyor içinde, insanın. Varlığımızın, yaşama nedenimizin tek yolu insan olmak kavramı göz göre göre böylesine uçup gidiyor hayatımızdan.
Unutmayalım ki insan olmak bir onurdur. İnsan bedeni ve onuru her şeyden değerlidir. Kendi onura ve bedenine sahip çıkan diğer insanların onurlarını ve bedenlerini kirletmeyecektir. Yüzü maskesiz, doğal, açık, net, şeffaf, dürüst, samimi, yüreği örümcek ağları ile kaplanmamış, sevgi dolu, vicdan sahibi, merhametli insanlar hayatımızdan hiç eksik olmasın.
Kendini insan zanneden bütün varlıklar, insan olma onuru ile taçlansınlar inşallah. Yolumuza iyilerin çıkması ve hayatımız da kalması dileğiyle.
SEVGİLER...